"Eskimeyen kitaplar"

İslam dünyasında kitabın tarihi

Deri, karton veya farklı maddelerden üretilmiş kapağıyla, dikilmiş formaları yahut yapıştırılmış yapraklarıyla, büyük ya da küçük, eğik yahut düz çeşitli şekillerde hurufatla yazılmış, düzenlenmiş, bir araya toplanmış sayfalarıyla kitaplıklarımızı, maslarımızı süsleyen, zihinlerimizi bereketlendiren, çantalarımızın ürkek konuğu olan kitabın, bundan 1200, bilemediniz 1300 yıl önce İslam dünyasında mevcut olmadığını; İslam tarihinde ‘iki kapak arasına giren ilk kitab’ın Kur’an olduğunu kaçımız biliyoruz? Bu nedenle “Arapça kitaplar ortaya çıkışını İslam’a borçludur.” tespitinde en ufak bir abartma yoktur. Araştırmacı Johannes Pedersen’in dediğine göre, İslam öncesi dönemden “kayalar üzerine kazınmış” birkaç perişan kitabeden başka günümüze ulaşan hiçbir Arapça yazı ya da belge yoktur. Bu yokluk nedeniyledir ki, Kâbe’nin duvarlarına asıldığı bir efsane gibi anlatılan şiirlerin (muallakât) en eskisi İslam’dan önceki ilk yüzyıla aittir. Arap edebiyatı İslam’a kadar şifahîdir. Kur’an’la birliktedir ki Arapçada kitap mefhumu ortaya çıkar. Zaten bu dilde “el-Kitap” sözüyle kasdedilen Kur’an’dır. Kelimenin bu özel anlamından olacak, “Kitap, başka hiçbir dinde İslam dinindeki gibi rol oynamamıştır.” diyor, Pedersen. Çünkü bu ezeli, ebedî ve edebî Kitap’ta konuşan kâinatın sahibi, insanın ve cümle mahlûkatın hâlıkı Allah’tır.

66 yıl sonra Türkçede

Johannes Pedersen’in ilk kez 1946’da yayımlanan, ardından 1984’te İngilizce basılan The Arabic Book isimli kitabı, 66 yıl sonra İslam Dünyasında Kitabın Tarihi adıyla Türkçeye çevrildi. İslam dünyasının, medeniyetimizin değerli eserlerini dilimize kazandıran/yayımlayan, bugünkü okuyucunun hizmetine sunan Klasik Yayınları, Pedersen’in çalışmasını “Niçin böyle bir adla piyasaya sürdü?” sorusunun iyi niyetli cevabı, isim değil içerik çevirisi yapılmış olabileceğidir. İslam dünyasında kitabın ortaya çıkışı, Arap dünyasında yapılıp edilenlerle anlatılabilir, bu kitapta olduğu gibi. Ancak kitabın sonraki macerasını takip etmek, incelemek için, hiç değilse Selçuklu Devleti’nin bu çerçevedeki faaliyetleri, o dönemde ortaya konan eserler de anlatıma katılmalıydı. Buradan bakıldığında kitabın Türkçedeki adının, içerik çevirisine de pek uygun düşmediği söylenebilir.

    Matbaanın icadına kadar kitapların elle yazılarak üretildiğini ve çoğaltıldığını biliyoruz. Şifahi kültürün etkisiyle ilk devir Müslümanları, eserlerini bir mescitte yahut camide okuyup oradakilere yazdırmak suretiyle yazılı hale getirmenin, yaygınlaştırmanın bir yolunu bulmuşlar. Böylece, bir anda bir eserin birçok yazıcı tarafından yazılmak suretiyle, birden çok nüshası çıkartılmış oluyordu. Bu ilginç yöntemin birçok zorluğu da beraberinde getirmesi kaçınılmazdır. Bu ilk dönem kitap üretim tekniklerinin en yaygın olanıyla ilgili ayrıntılı bilgiler, çeşitli örnekler aktaran Pedersen, “İmlâ genellikle hafızadan yaptırılırdı.” diyor ve ekliyor: “İşte bu, hafızanın gerçekten olağanüstü bir başarısıydı ve Müslümanların iyi anladığı işlerden biriydi.” Akıllara ziyan bir örnek, Bâverdi, otuz bin sayfa tutan dille ilgili meselelere dair görüş ve düşüncelerini hafızasından yazdırmış.

    Pedersen’in kitabında satırları koşar adım, nefes nefese izlediğimiz bir kısım da “Varrâklar ve Kitapçılar”ın anlatıldığı bahis. Kitapları çoğaltma/nüsha çıkartma/istinsah etme işini meslek haline getiren kimselere verilen ad “varrâk”. Geçimini bu yolla sağlayanlara “nessâh” da deniyor. Varrâklar hem ait oldukları medeniyete, içinde yaşadıkları topluma büyük hizmetlerde bulunmuş hem de bu vasıflarıyla kültür tarihinin gözdesi olmuşlar. Varrâkların hizmet ettiği, iş yaptığı kişiler var. Örnekse, müellifler, hükümdarlar, kütüphane kurmak isteyen varlıklı insanlar, mutlaka bir varrâkın kapısını çalmak zorunda. Hatta bazı meşhur yazarların özel varrâkları var. Telif edilen kitap, varrâkın el atmasıyla kısa sürede çoğalıyor, yaygınlık kazanıyor. Bugünle mukayese edersek, varrâklar bir nevi yayıncılık yapıyor, yazarın telifini istinsah etmek suretiyle çoğaltarak okura sunuyorlar. Kopyası çıkarılan nüshaları satmak suretiyle bugünkü kitapçıların işlevini de yerine getiriyorlar.

    Mürekkep, parşömen/kağıt, okuma/mukabele, tashih, müsvedde, temize çekme, istinsah/çoğaltma… Tabir yerindeyse ömür törpüsü bir uğraş ve süreç gerekiyor kitabın ilk zamanlardaki üretimi için. Bu güçlüklere rağmen binlerce sayfa telifâtı olan yüzlerce, binlerce âlim, yazar, şair… Endülüslü İbn Hazm’ın yaklaşık 80 bin sayfa tutan 400 cilt eser yazdığı kayıtlar arasında. Bugünkü akılların alamayacağı bir iştir bu. Taberî’nin yazdıkları da ondan geri kalmaz. 86 yaşında vefat eden bu meşhur tarihçi ve müfessirin yetmiş senelik yazı hayatına bölününce yazdıkları, gün başına 14 sayfa düşmektedir.

    Pedersen’in kitabında yazı malzemelerine de bir bölüm ayrılmış. Bilhassa kâğıdın bulunuşu, imali, kullanımı uzun uzun anlatılıyor. Kalem’in kutsiyetine vurgu yapılıyor. Sonra Arap yazısının bir sanat katına yükselişi (hat), ilk yılları itibariyle söze dizilmekte. İngilizce editörünün de isabetle belirttiği gibi, kitabın en özgün ve değerli olan kısımları üçüncü ve dördüncü bölümleri, yani “Kitapların Telifi ve Nakli”, “Varrâklar ve Kitapçılar”. “Kur’an ve Arap Edebiyatı” isimli birinci kısım da bizce önemli bilgiler ve belirlemeler ihtiva ediyor. “Kitap Resimleme”, “Ciltçilik”, “Kütüphaneler”, “Matbu Kitaplar” başlıklı son bölümlerdeki malumat, genelin ve harcıâlemin üstüne çıkamıyor pek.

Devlet yöneticileri ve kitaplar

Şurası unutulmamalı, İslam toplumlarında kitap üretiminin başka hiçbir uygarlıkta görülmeyen bir biçimde, kendine özgü gelişmesinde, güç ve kudret sahibi devlet yöneticilerinin ve varlıklı insanların kitaba verdikleri değerin büyük payı var. Mesela, Kurtubalı II. Hakem’in Kitabü’l-Eğanî için 1000 dinar verdiği, yine aynı kitabın güzel bir nüshası için bir devlet yöneticisinin 10 bin dinarı gözden çıkardığı söylenenler arasında. 1 dinarın 13 frenk altınına denk olduğu zamanlardan bahsediyoruz.

    Johannes Pedersen’in kitabı, Batılı okur için değerli bir hazine. Bunda kuşku yok. İslam yazısının doğuşunu, İslam’ın ilk yüzyıllarında Arap dünyasında kitabın ortaya çıkışını, geçirdiği aşamaları güvenilir kaynaklar eşliğinde, arı duru, temkinli, inandırıcı bir dille anlatması kitabı bizim için de değerli kılıyor. Ne var, bizim gibi İslam medeniyetinin mensubu bir milletin okurları nezdinde kitaptaki bazı bölümlerin muhtevası, kimi bilgiler, kitabın yazılışından bugüne geçen uzun süre içinde bu alanda yapılan daha kapsamlı çalışmalar da göz önüne gelince, harcıâlem malûmat seviyesinde kalıyor. Yine de Batılı bir araştırmacının görüşleri, anlatımı eşliğinde ve iyi bir çeviriyle İslam toplumunda kitabın tarihine bir “giriş” sayılabilecek bu eserden bugünkü Türkçe okuyucusunun öğreneceği çok şey var. Şahsen benim için öyle oldu diyecektim, kitaptaki “Müslüman bir müellif, kendini nadiren birinci tekil şahıs olarak takdim eder.” cümlesini hatırlayınca yüzüm kızardı.

TURAN KARATAŞ

 

Kaynak : http://kitapzamani.zaman.com.tr/kitapzamani/Sayı: 82