"Eskimeyen kitaplar"

İbn Haldun

İbn Hal­dun’un tam adı Ebû Zeyd Ve­liy­yüd­dîn Ab­dur­rah­man b. Mu­ham­med el-Mağ­ri­bî et-Tû­ni­sî el-İş­bî­lî el-Had­ra­mî’dir. 27 Ma­yıs 1332/1 Ra­ma­zan 732’de Ku­zey Af­ri­ka’nın Tu­nus şeh­rin­de dün­ya­ya gel­di. So­yu Ye­men’in Had­ra­mut böl­ge­si Arap­la­rı­na da­ya­nır. Ata­la­rın­dan Vâ­il b. Hucr, ka­bi­le­si­nin rei­si ola­rak bir he­yet­le bir­lik­te Me­di­ne’de Hz. Pey­gam­ber’i zi­ya­ret et­miş ve tek­rar Ye­men’e dön­müş­tür. Vâ­il’in to­run­la­rın­dan Ha­lid b. Os­man, En­dü­lüs’ün Müs­lü­man­lar ta­ra­fın­dan fet­hin­den son­ra Car­mo­na şeh­ri­ne yer­leş­miş­tir. Ha­lid’in is­mi -En­dü­lüs’te adet ol­du­ğu üze­re say­gı ifa­de­si ola­rak- “Hal­dûn” şek­lin­de söy­len­miş, onun so­yun­dan ge­len­ler Hal­du­no­ğul­la­rı adıy­la ta­nın­mış­tır. Da­ha son­ra İş­bî­li­ye (Se­vil­la) şeh­ri­ne yer­le­şen ai­le­den bir­çok ilim ve si­ya­set ada­mı ye­tiş­miş­tir. 13. yüz­yıl­da İş­bî­li­ye’nin Hı­ris­ti­yan Kas­til­ya kral­lı­ğı ta­ra­fın­dan iş­ga­li se­be­biy­le Hal­du­no­ğul­la­rı Ku­zey Af­ri­ka’da­ki Tu­nus şeh­ri­ne göç­müştür. İbn Hal­dun’un de­de­si, Bi­câ­ye’de üst dü­zey bir si­ya­sî ma­kam olan hâ­cib­lik gö­re­vi­ni üst­len­miş­tir. Ba­ba­sı ise sa­de­ce ilim ile meş­gul ol­muş­tur.

İbn Hal­dun ilk eği­ti­mi­ni ba­ba­sın­dan al­dı, Ku­zey Af­ri­ka­lı bir­çok alim­den ders oku­du. Kur’an-ı Ke­rîm’i ez­ber­le­dik­ten son­ra kı­ra­at, Arap di­li ve ede­bi­ya­tı, ha­dis, fı­kıh, fı­kıh usû­lü, ke­lâm, man­tık, fel­se­fe ve ma­te­ma­tik ders­le­ri al­dı. 14. yüz­yıl or­ta­la­rın­da Ba­tı As­ya, Or­ta­do­ğu, Av­ru­pa ve Ku­zey Af­ri­ka’da ya­yı­lan ve­ba sal­gı­nı Tu­nus’u da et­ki­le­diğinde İbn Hal­dun an­ne ve ba­ba­sı ile ho­ca­la­rı­nın bir kıs­mı­nı kay­bet­ti (1348). Kı­sa bir za­man son­ra Haf­sî Dev­le­ti’nin hiz­me­ti­ne gi­re­rek sul­ta­nın “alâ­met kâ­tip­li­ği” gö­re­vi­ne ge­ti­ril­di. Dev­let için­de­ki taht kav­ga­sı­nın se­bep ol­du­ğu iç sa­vaş­tan son­ra Bis­ke­ra’ya kaç­tı, ar­dın­dan Ti­lim­san’a geç­ti. Ku­zey­ba­tı Af­ri­ka’nın en kud­ret­li dev­le­ti olan Me­rî­nî­ler’in sul­ta­nı Ebû İnân’ın da­ve­ti üze­ri­ne bu dev­le­tin baş­ken­ti Fas’a git­ti (1354). Sul­ta­nın ilim mec­li­si­ni oluş­tu­ran âlim­ler ara­sın­da yer al­dı. Bir yıl son­ra kâ­tip­lik ve mü­hür­dar­lık gö­re­vi­ne ta­yin edil­di. En­dü­lüs’ten bu­ra­ya gö­çen âlim­ler­den ve Fas’ta­ki kü­tüp­ha­ne­ler­den is­ti­fa­de ede­rek bil­gi­si­ni ge­liş­tir­di. Ba­zı si­ya­sî fa­ali­yet­le­rin­den do­la­yı iki yıl hap­se­dil­di. Sul­tan’ın ölü­mün­den son­ra ser­best bı­ra­kı­la­rak es­ki gö­re­vi­ne ia­de edil­di. Tah­ta çık­ma­sı için des­tek­le­di­ği Sul­tan Ebû Sâ­lim ta­ra­fın­dan da­ha yük­sek bir ma­kam olan sır kâ­tip­li­ği­ne ge­ti­ril­di (1359). 1361’de­ki ayak­lan­ma so­nu­cu yö­ne­tim de­ği­şin­ce 1362’de En­dü­lüs’te­ki son İs­lâm dev­le­ti olan Be­nî Ah­mer (Nas­rî­ler)’in baş­ken­ti Gır­na­ta (Gra­na­da)’ya git­ti. Bu­ra­da iti­bar gör­dü ve sul­tan ta­ra­fın­dan Kas­til­ya kra­lı Za­lim Ped­ro’ya si­ya­sî iliş­ki­le­ri dü­zelt­mek üze­re el­çi ola­rak gön­de­ril­di. Ata­la­rı­nın va­ta­nı İş­bî­li­ye’de Ped­ro ile gö­rü­şen İbn Hal­dun, kra­lın İş­bî­li­ye’de kal­ma­sı şar­tıy­la ata­la­rı­nın bu­ra­da­ki es­ki mülk­le­ri­ni ge­ri ver­me tek­li­fi­ni red­det­ti. Gır­na­ta’ya dön­dük­ten son­ra ai­le­si­ni de ya­nı­na al­dı. An­cak es­ki dos­tu ve­zir İb­nü’l-Ha­tîb ile ara­sı açıl­dı. Ku­zey Af­ri­ka’da­ki Bi­câ­ye’nin Haf­sî emî­ri Ebû Ab­dul­lah’tan ge­len hâ­cib­lik tek­li­fi­ni ka­bul ede­rek En­dü­lüs’ten ay­rıl­dı (1365). Emîr­den son­ra­ki ikin­ci adam ola­rak bir yan­dan dev­le­ti yö­ne­tir­ken öte yan­dan ho­ca­lık ve ha­tip­lik yap­tı. Kar­de­şi Ebû Ze­ke­ri­ya da bu yö­ne­tim­de ve­zir­lik ma­ka­mın­day­dı. Haf­sî ha­ne­da­nı­nın bir baş­ka üye­si Kos­tan­tin emî­ri Ebu’l-Ab­bas Bi­câ­ye’yi iş­gal edin­ce İbn Hal­dun onun yö­ne­ti­min­de de gö­rev al­dı. Bir sü­re son­ra Haf­sî sul­ta­nı­nın gö­zün­den düş­tü ve Bi­câ­ye’den ay­rıl­dı. Bir müd­det Arap ka­bi­le­le­ri ara­sın­da do­laş­tık­tan son­ra al­tı yıl -bu­gün­kü Ce­zâ­yir’in iç­le­rin­de bu­lu­nan- Bis­ke­ra şeh­rin­de kal­dı. Bu böl­ge­de gö­çe­be ka­bi­le­le­ri ya­kın­dan ta­nı­ma fır­sa­tı bul­du. Bun­dan son­ra Ku­zey Af­ri­ka­lı yö­ne­ti­ci­ler gö­çe­be ka­bi­le­le­rin des­te­ği­ni sağ­la­mak için za­man za­man İbn Hal­dun’dan ara­cı ol­ma­sı­nı is­te­di­ler. O dö­nem­de Ku­zey Af­ri­ka’da­ki dev­let­ler­den bi­ri olan Ab­dül­vâ­dî­ler’e ka­bi­le­le­rin des­te­ği­ni sağ­la­dı. Bir sü­re son­ra ay­nı hiz­me­ti Me­rî­nî Dev­le­ti’ne de ver­di. Bu ara­da bir sü­re Ti­lim­san ya­kın­la­rın­da in­zi­va­ya çe­kil­di. Me­rî­nî baş­ken­ti Fas’a gi­dip bir müd­det ders ver­di. Fas’ta çı­kan ka­rı­şık­lık­lar so­nu­cu Me­rî­nî yö­ne­ti­mi­nin de­ğiş­me­si üze­ri­ne ken­di­si­ne gü­ven­me­yen ye­ni yö­ne­tim ta­ra­fın­dan tu­tuk­lan­dı (1374). Ay­nı yıl ser­best kal­dık­tan son­ra ha­ya­tın­da ikin­ci de­fa En­dü­lüs’e git­ti. Er­te­si yıl tek­rar Ku­zey Af­ri­ka’ya dön­dü. Ab­dül­vâ­dî­ler’in baş­ken­ti Ti­lim­san’da kı­sa bir sü­re kal­dık­tan son­ra bu­ra­dan ay­rıl­dı.

Ül­ke­nin iç böl­ge­le­rin­de­ki Be­nî Se­lâ­me Ka­le­si’ne yer­le­şe­rek si­ya­set­ten uzak­la­şan İbn Hal­dun bu­ra­da dört yıl kal­dı. Bu sü­re için­de el-İber ad­lı ta­rih ese­ri­ni yaz­ma­ya baş­la­dı. Ese­rin bi­rin­ci bö­lü­mü­nü oluş­tu­ran ün­lü Mu­kad­di­me’yi beş ay­da yaz­dık­tan son­ra (1377) asıl ta­rih kıs­mı­na baş­la­dı. Ki­ta­bı için kay­nak eser­le­re ih­ti­yaç duy­du­ğun­dan Haf­sî sul­ta­nın­dan izin ala­rak Tu­nus’a git­ti (1378). Bir yan­dan ders ve­rir­ken ese­ri­ni ta­mam­la­dı ve sul­ta­na tak­dim et­ti.

İbn Hal­dun hac­ca git­mek için sul­tan­dan izin al­dı ve 1382’de de­niz yo­luy­la İs­ken­de­ri­ye’ye ulaş­tı. Böy­le­ce İbn Hal­dun’un ha­ya­tın­da ye­ni bir say­fa açıl­dı ve öm­rü­nün ka­lan yir­mi­dört yı­lı­nı Mı­sır’da ge­çir­di. Bu dö­nem­de si­ya­set­le uğ­raş­ma­dı. Mem­lük Dev­le­ti’nin baş­ken­ti Ka­hi­re’ye git­ti. Ez­her Ca­mi­i’nde ver­di­ği ders­ler bü­yük il­gi gör­dü. Sul­tan Ber­kûk ile iyi iliş­ki­ler kur­du. Kam­hiy­ye Med­re­se­si mü­der­ris­li­ği­ne ta­yin edil­di. Sul­tan Ber­kûk ta­ra­fın­dan 1384’te Ma­li­kî baş­ka­dı­lı­ğı­na (kâ­dil­ku­dât­lık) ta­yin edil­di ve “Ve­liy­yüd­dîn” ün­va­nı ve­ril­di. Bu ma­ka­ma son­ra­ki za­man­lar­da beş de­fa da­ha ta­yin edil­di. Ai­le­si­ni Tu­nus’tan ge­ti­ren ge­mi­nin İs­ken­de­ri­ye ya­kın­la­rın­da bat­ma­sı so­nu­cu ai­le­si­ni kay­bet­ti. Bu sı­ra­da ka­dı­lık gö­re­vin­den alın­dı ve Zâ­hi­riy­ye-Ber­kû­kiy­ye Med­re­se­si mü­der­ris­li­ği­ne ta­yin edil­di.

1387’de hac­ca git­tik­ten son­ra Ka­hi­re’ye dön­dü ve Ser­gat­mı­şiy­ye Med­re­se­si mü­der­ris­li­ği­ne ge­ti­ril­di. Bu­ra­da ha­dis ders­le­ri ver­di. Kı­sa sü­re son­ra Sul­tan Bay­bars ta­ra­fın­dan ku­ru­lan Bay­bars Han­kâ­hı baş­kan­lı­ğı­na ta­yin edil­di. Bir sü­re son­ra Ber­kûk’un az­li için ve­ri­len fet­va­da im­za­sı bu­lun­du­ğun­dan baş­kan­lık­tan az­le­dil­di. 1399’da Ma­li­kî baş­ka­dı­lı­ğı­na ge­ti­ril­di.

Ti­mur, Mem­lük Dev­le­ti sı­nır­la­rı için­de­ki Su­ri­ye’ye 1401’de se­fer ya­pın­ca Mem­lük sul­ta­nı or­du­suy­la Şam şeh­ri­ne git­ti. Ma­iye­tin­de ule­ma­dan ba­zı­la­rı ile bir­lik­te İbn Hal­dun da bu­lu­nu­yor­du. Sul­tan or­du­suy­la be­ra­ber Ka­hi­re’ye dön­dü an­cak İbn Hal­dun Şam’da kal­dı. Ule­ma ile is­ti­şa­re ede­rek, şeh­ri ku­şa­tan Ti­mur ile gö­rüş­me­ye git­ti ve onun ya­nın­da bir ay­dan faz­la kal­dı. Ona Ku­zey Af­ri­ka hak­kın­da bil­gi ver­di ve Mu­kad­di­me’de yaz­dı­ğı ba­zı gö­rüş­le­rin­den bah­set­ti. Ti­mur, İbn Hal­dun’un ma­iye­tin­de kal­ma­sı­nı is­te­diy­se de İbn Hal­dun ki­tap­la­rı­nı ge­tir­mek ba­ha­ne­siy­le Ti­mur’un ka­rar­gâ­hın­dan ay­rı­lıp Ka­hi­re’ye dön­dü. 1406’da ve­fa­tı­na ka­dar dört de­fa da­ha Mâ­li­kî baş­ka­dı­lı­ğı­na ta­yin edil­di. 17 Mart 1406’da Ka­hi­re’de ve­fat et­ti ve Sû­fiy­ye Kab­ris­ta­nı’na def­ne­dil­di.1

İbn Hal­dun Mı­sır’a yer­leş­tik­ten son­ra el­de et­ti­ği ye­ni bil­gi­ler­le ese­ri­ni ge­niş­let­miş­tir. Öm­rü bo­yun­ca il­mî ve si­ya­sî fa­ali­yet­le­ri bir­lik­te yü­rüt­müş­se de si­ya­set da­ha ağır bas­mış­tır. Ku­zey Af­ri­ka’nın par­ça­lan­mış si­ya­sî ya­pı­sı ve dev­let­ler ara­sın­da­ki bit­me­yen mü­ca­de­le­ler, onun si­ya­sî ha­ya­tın­da­ki iniş çı­kış­la­rın se­bep­le­rin­den­dir.

İbn Haldun’un belli başlı eserleri şunlardır:

Ki­tâ­bu’l-İber (Un­vâ­nu’l-İber): Tâ­rî­hu İbn Hal­dun adıy­la da anı­lır. İbn Hal­dun’un dün­ya ta­ri­hi­dir. Mu­kad­di­me bu ese­rin bi­rin­ci bö­lü­mü­nü oluş­tur­mak­ta­dır. Ki­tâ­bu’l-İber’in ikin­ci ve üçün­cü bö­lüm­le­rin­de ilk in­san­dan ken­di za­ma­nı­na ka­dar­ki in­san­lık ta­ri­hi­ni ka­le­me al­mış­tır. Eser­de Hz. Adem’den baş­la­ya­rak İs­lâm ön­ce­sin­de in­san­lı­ğa gön­de­ri­len pey­gam­ber­le­ri ve top­lum­la­rını, Es­ki Mı­sır, Yu­nan, Ro­ma, İran ve İs­lâm ön­ce­si Arap dev­let­le­ri­ni, Hz. Pey­gam­ber dö­ne­mi­ni ve Hz. Pey­gam­ber’den ken­di za­ma­nı­na ka­dar­ki İs­lâm top­lum­la­rı­nın kur­duk­la­rı dev­let­le­ri ele al­mış­tır. Ki­tâ­bu’l-İber’in özel­lik­le Ku­zey Af­ri­ka ta­ri­hi­ni içe­ren üçün­cü bö­lü­mü bi­rin­ci el­den çok önem­li bir kay­nak­tır.

Ki­tâ­bu’l-İber’in Mu­kad­di­me’den son­ra­ki ta­rih kıs­mı Os­man­lı­lar­da Mu­kad­di­me ka­dar il­gi çek­me­di­ği için sa­de­ce ba­zı kı­sım­la­rı Türk­çe­ye ter­cü­me edil­miş­tir. Ab­dül­la­tif Sub­hi Pa­şa ese­rin ikin­ci cil­di­nin ba­şın­dan İran ta­ri­hi­nin so­nu­na ka­dar­ki İs­lâm ön­ce­si­ni an­la­tan kıs­mı çe­vir­mek­le ye­tin­miş­tir.2 Pa­şa, Mı­sır’da va­li Meh­met Ali Pa­şa’nın teş­vi­kiy­le baş­la­dı­ğı bu ter­cü­me­yi İs­tan­bul’da bi­tir­miş­tir. Çe­vir­di­ği kı­sım­lar­da ge­rek­li gör­dü­ğü yer­le­ri şerh­ler­le açık­la­mış, Arap­ça­ya ge­çer­ken tah­rif olan şa­hıs ve me­kan isim­le­ri­ni ter­cü­me­sin­de dü­zelt­me­ye ça­lış­mış­tır.3 Sub­hi Pa­şa, Ki­tâ­bu’l-İber’de ye­ter­siz bul­du­ğu Yu­nan-Ro­ma ve İran ta­ri­hi ile il­gi­li Türk­çe iki ay­rı ki­tap­çık te­lif et­miş ve bun­lar Tek­mi­le­tü’l-İber adı ile ya­yın­lan­mış­tır.4

İbn Hal­dun’un Ki­tâ­bu’l-İber’in so­nun­da ken­di ha­yat hi­ka­ye­si­ni ge­niş bir şe­kil­de an­lat­tı­ğı bö­lüm yukarıda belirtildiği üzere et-Ta‘rîf bi-bni Hal­dûn ve Rih­le­tu­hû Gar­ben ve Şar­kan adıy­la ay­rı­ca ba­sıl­mış­tır.

Şi­fâ­ü’s-Sâ­il ve Teh­zî­bü’l-Me­sâ­il (nşr. Mu­ham­med M. el-Ha­fız, Dâ­ru’l-Fik­ri’l-Muâ­sır, Bey­rut 1996): İbn Hal­dun’un ta­sav­vuf ko­nu­sun­da­ki ese­ri­dir. Ta­sav­vu­fun Ma­hi­ye­ti adıy­la Türk­çe­ye ter­cü­me edil­miş­tir (trc. Sü­ley­man Ulu­dağ, 2. bsk. Der­gâh Yay., İs­tan­bul 1984 [1. bsk. 1977]).